1 Aralık 2007 Cumartesi

BELKİ

BELKİBelki bir gün olur. Belki sadece özlediğin için çıkar gelirsin. Saçma sapan dünyevi işlerinden sıkılırsında seninle yaşadığımız her anı tekrarlamak istersin. Yağmur yağar camlarda buğusu çıkarda radyoda çalan şarkılardan fallar tutarız.Sebepsiz olmaz demiştin ya hani her şey adına, sende karanlığımı aydınlatmak için çıkar gelirsin..Baktığım yollar hep düz, üzerlerinde milyonlarca ayak izi var. Bütün ışıkları sönmüş o çok sevdiğimiz caddelerin. Herkes kendi kuytusuna çekilmiş. Elimde çok sevdiğim çiçeklerim var artık kime vereceğimi bilmeden tuttuğum. Belki bir gün sen bana bir fikir verirsin..Adına yazdığım bütün yazılarım sana ulaşır belki. Yoruldular artık sana ulaşamamaktan, kalemim yoruldu ben yoruldum. Kimsesiz gibi hissetmeye başladı kalbim kendisini, belki bir gün sen sahip çıkarsın. Gözümdeki yaşları ellerinle silersin de kurtulur acımaktan bedenimin sol yanı. Belki sende benim gibi ağlarsın..Umut tarlalarından toplarız ürünümüzü. Açan milyonlarca acının içinden belki faydası dokunacak kelimeleri yakalarız birbirimize inat. Kimseye anlatamadıklarımı belki kıskandırırcasına sen bana anlatırsın. Susar dünyadaki bütün sesler o zaman sadece sen ve ben kalırız belli mi olur. Hiç ummadığım bir anda hiç beklenmedik bir zamanda çıkarsında karşıma ellerinde hasretinden kalmış naçarlığınla ellerimi tutarsın. İşte o zaman paylaşacak ne çok şeyimiz kalmış deriz. Belki bir gün sende anlarsın seni ne çok sevdiğimi. Ayrı kaldığımız günlere kızarak, zamana hırçın yürüyerek belki hayalleri gerçek kılarız. Belki bir gün olur..Aşk hak

2 Mayıs 2007 Çarşamba



Kalbim

Bizim adımızın var olduğu ama kimsenin bilmediği güzel sokaklar vardı her zaman burada adımız var ama kimseler yoktu. Gizli kapaklı kalmış sevdalarımız ve içimizde acıyan bir yaramız her zaman var oldu hep bir şeylerin özlemi bir şeylerin sevdası oldu içimizde ne zaman ağlayıp ne zaman güleceğimiz hiç belli olmadı.. Hep rolleri başkası verdi elimize her zaman .. hiç bir zaman hiç bir sahnede assolit olarak oynamadım ama tek bildiğimiz ise Bizim adımızın var olduğu ama kimsenin bilmediği güzel sokaklar vardı..
Her gün gülmek için de bir sebebimiz vardı. Kimi zaman durgun kimi zaman yorgun kimi zamanda bize atılan bir kazığın hesabını sormak için mücadele verdiğimiz ve her mücalenin sonunda yenik düştüğümüz kimsenin bilmediği ama bizim adımızın her zaman var olduğu güzel sokaklar vardı..
Sabahları kalktığımızda odamıza vuran hafif bir güneş ışığı ve kimsenin veremediği sıcaklık vardı. Güneş o sokaklarda sadece ama sadece bizim için doğar sadece bize verirdi sıcaklığını..
Hep hayalini kurduk yarınların hep elinden tutup yürüyeceğimiz bir sevgili ve her sabah kalktığımızda onun verdiği mutlulukla yola çıkmak onun huzurunu yaşamak ve her gece başımızı yastığımıza koyduğumuzda onu düşüneceğimiz ve her gece başını yastığına koyduğunda bizi düşünen bir sevgiliyi.. Hep ama Hep hayalini kurduk…
Bizim hayallerimizin yaşadığı duygularımızın sınırsızca kol gezdiği ve kimsenin karışamadığı Ve sadece ama sadece bizim adımızın var olduğum kimsenin bilmediği sokaklar vardı….
İşte o sokak her zaman var olacaktı. Taki bir gün bu beden toprak olup yok oluncaya dek… işte o sokaklar kalbimizin tam ortasında idi.. Bizimle doğdu bizimle yaşadı bizden başka kimse bilmedi sadece bizim adımız ve gizli kapaklı kalmış sevdalarımızın adının varlığı ile.. Ve kimsenin bilmediği ama bizim adımızın var olduğu, güzel sokaklar vardı….!

26 Nisan 2007 Perşembe

yaşlı kadın ve meşe ağacı

Kuraklık o yıl, New Jersey’in yemyeşil çayırlarını kahverengine çevirmiş ve tüm New Jerseylilerin gurur kaynağı yüzyıllık dev ağaçların yapraklarının zamanından önce dökülmesine neden olmuştu.Kuraklığın kırküçüncü gününde, küçük bir kentin yoksullar mahallesinden geçenTom Greenfield adlı genç bir tarım uzmanı, tozlu yolda bir kova suyu sürüklercesine taşıyan yaşlı bir kadına rastladı.Otomobilinin camını indirdi veyaşlı kadına seslendi: “Sizi gideceğiniz yere kadar götürebilir miyim, bayan?”Yaşlı kadın teşekkür etti ve bir kilometre kadar geride kalan evini işaret etti:“Zaten şu kadarcık bir yoldan geliyorum” dedi ve yüz metre ötedeki dev bir meşe ağacını göstererek “Zahmet etmenize gerek yok...” dedi.“Iki üç adımlık yolum kaldı. ”Greenfield, kadının bir kova suyu ne yapacağını merak etti. Onu arkasından izledi. Yaşlı kadının, zorlukla taşıdığı kovayı bahçenin uzak bir köşesindeki büyük meşe ağacına kadar sürükleyip,sonra da kovadaki suyla meşe ağacını suladığını görünce, hem hayran kaldı,hem de şaşırdı. Yanına yaklaştı ve sordu: “Bu ağacı sulamak için mio bir kova suyu bir kilometre öteden taşıdınız? Güçlükle kaldırdığınıza göre kova galiba çok ağırdı.” Yaşlı kadın, genç adama gülümseyerek baktı.“Tam 81 yaşımdayım. Bu ağaç ise, yaşamdaki tek dostum.Küçük bir kızken arkadaş olmuştum onunla. Şimdi hiçbiri yaşamayan tüm arkadaşlarımla bu ağacın çevresinde, bilseniz ne oyunlar oynadık,onun gölgesinde nasıl dinlendik... Bu ağaç kurursa ne yaparım, ben?”Tarım uzmanı genç adam, yüzyıllık dev meşe ağacına uzun uzun vedikkatlice baktı. Deneyimli gözü, ağacın giderek kurumakta olduğunu görmekte gecikmedi. Yaşlı kadın, meşe ağacıyla arkadaşlığını anlatmayı sürdürdü:“Annem beni dövdüğü ya da azarladığı zaman bu ağaca tırmanırdım,onun kollarına sığınırdım” dedi. “Nişanlım, parmağıma nişanı ağacın altında taktı.Benim için böylesi anılarla dolu olan bu ağaç için, bir kilometre öteden bir kova su taşımamı gerçekten çok mu görüyorsunuz?”Yaşlı kadın ertesi gün elinde su kovasıyla yine meşe ağacına giderken,ağacın çevresinde beş altı işçinin çalışmakta olduğunu gördü.Kovayı yere bıraktı ve işçilere doğru koşarak “Bırakın ağacımı” diye bağırdı.“Dokunmayın benim ağacıma...” Işçilerin başındaki adam kasketini çıkardıve yaşlı kadını saygıyla selamladı: “Ağacınıza kötü bir şey yapmak için değil,onu kurtarmak için geldik, hanımefendi” dedi. “Ağacınızın köklerinin çevresinde kanallar açtık ve onları tankerimizin deposundaki suyla doldurarak,ağacınızı bol bol suladık.” Yaşlı kadın su tankerinin üzerinde yazılı olan“Greenfield Fidanlığı” adına takıldı. “Fakat ben sizi çağırmadım ki?” dedi.“Kim gönderdi sizi buraya?” Adam, saygılı tavrıyla yanıt verdi:“Bizi buraya gönderen kişi, adını söylemedi efendim” dedi.Yaşlı kadın, yeterli suya kavuşan arkadaşı meşe ağacının altında durdudün sohbet ettiği genç adamı anımsamıştı, işçilerin tek tek ellerinisıktıktan sonra uzaklaşan kamyonun arkasından yaşlı gözlerle baktı.

ÇİRKİN POSTACI

Dünyanın bana zindan olduğu günlerdi. Sanırım birkaç defasında daevden ağlayarak dışarı çıkmıştım... Hayatım kararmıştı da bir ışıkbekliyordum sanki ama yoktu. İşte böyle düşündüğüm günlerdedaire kapıma sıkıştırılmış bir Mektup buldum. Hayretle baktım

üzerinde göndericisi yazmayan zarfa. Sonra odama girip açtım..."Acıları paylaşmak insanların vazifesidir" diyordu. "Senin geçtiğinsokakta ben de vardım. Ama bir sokakta ya ben olmamalıydım veya paylaşılmamış acılarını içinde gezdiren bir insan!..."Mektubun sonunda da isim yazmıyordu. Peki kimdi bu?Kimdi, neden yazmıştı bu notu ve neden bana yazmıştı?Aslında hoş sözlerdi...Ve aslında bir mektuba da deliler gibiihtiyacım vardı. Acaba dediğini yapacak mıydı, yazacak mıydı her gün?.. Bunu zaman gösterecekti. İlk gün kafam karıştı.Hem kendi problemlerimi hem dün gelen mektubu, hem deyeni mektupların gelip gelmeyeceğini düşünüyordum. Sonraki gün posta kutumda beyaz bir zarf buldum. Kalbimin çarptığını hissettim...Yazı aynıydı, odama girip okumaya başladım mektubu.Bu inanılmazdı.. Bir bardak su içercesine bitiverdi mektup.Doymadım! Bir bardak su daha almış gibi kendime vesusuzluğumu kandırır gibi yeniden okudum altı sayfayı...Sanki tanıyordu beni, sanki yıllardır dertleşiyordum onunla...Altıncı sayfanın sonunda diyordu ki; "Yarın yine yazacağım..."Yarın yine yazdı, öbür gün yine..Ve sonraki günler yine yazdı...Her mektubunun sonunda, yarın yine yazacağına ait not vardı ve her gün de dediğini yapıyordu. Her gün işyerinden dönerken kalbim çarpıyordu heyecanla... Her gün görüyordum posta kutumunbugün de boş olmadığını ve gariptir; artık yapayalnız olmadığımı,kalbimin boş olmadığını hissediyordum. Bu mektuplar yüreğime giriyor sıkıntılarımı eritiyor ve beni yarınlara doğru itiyordu.Zannediyordum ki; bunlar olmadan yaşayamayacağım.Öylesine alışmıştım ki onlara, olmasalar sanki nefes alamayacağım!...Vakit buldukça oturup eski mektupları bile yeniden okuyordum.Zaman geçti ve zamanla beraber sıkıntılarımda geçti.O günlerden geriye sadece eski mektuplar kaldı. Bir gün içimdekarşı koyamadığım bir merak peydahlandı; kimdi bu?Nasıl biriydi? Onunla ilgili her şeyi merak etmeye başladım.O her gün yazıyordu ve nasılsa her gün yazmaya devam edecekti.Bundan emin olduğum için de, yazılarında anlattıklarından çoknasıl bir kalemle yazdığına, neden bu kağıdı seçtiğine, yazı stilineaklımı takmaya başladım... Yazıları öylesine deva olmuştu ki bana,onunla ilgili her şey de mükemmel olmalıydı. Ama her şey...O gün evde kalmıştım. Kahvaltı yapmış ve bu harika mektuplarınen azından nasıl birisi tarafından getirildiğini görmeyi koymuştum kafama... Öğle vaktine doğru sokağa giren postacıyı gördüm.Koşarak aşağı indim. Mektubumu kutuya bırakmıştı, eli henüz havadaydı...Göz göze geldik. Aman Allahım... Aman Allahım,bu ne kadar çirkin bir adamdı böyle! Dondum kaldım... O da başını eğdi döndü ve gitti. Orda öylesine bekliyordum şimdi...Kutuyu açıp mektubu bile alamıyordum. Bunca zaman, bunca güzel bir mektubu, bu kadar çirkin biri mi taşımıştı? O öptüğüm,kokladığım, göğsüme bastırdığım, yastığımın üzerine koyduğum mektuplarıma benden önce bu adamın mı eli değmişti?Saçmaladığımı biliyordum ama böylesine güzel duygularımabu çirkin yaratık karıştı diye az önce getirdiği zarfı alamıyordum.Kapıyı açtım, dışarı çıkıp bir adım attım. Çoktan gitmişti. Neye olduğunu bilmiyordum ama çok kızgındım. Zarfa dokunmadan çıktım yukarıya.Odama girdim, eski mektuplarıma baktım. Biliyordum, onlar benimen zor günlerimle bugünüm arasında köprü olmuşlardı, ama onlara da dokunamadım. Bu güzelliğe bu çirkinliği yakıştıramıyordum!Ertesi gün iş dönüşü baktım ki, kutuda hâlâ o aynı kirli mektup var!Almadım. Sonraki gün baktım; aynı mektup yine yapayalnız beklemekte.Bir kaç gün sonra ise kutuya bile dönüp bakmamaya başladım...Altı yedi hafta sonra dünya yine karanlık gelmeye başladı bana.Bir dosta, bir morale ölürcesine ihtiyaç duymaya başladım...Her şey çok ağırlaşmıştı yeniden. Uyku bile uyuyamıyordum.Mektup aklıma geldiğinde gece yarısını geçiyordu. Tereddütbile etmeden aşağı indim, kutumu açtım ve mektubu aldım.Bir saat içinde üç defa okumuş, özlemiş olarak göğsüme bastırmışve uzun zamandır ilk defa böylesine huzur içinde uyuyabilmiştim.Bunlar benim ilacımdı biliyordum. En çok o gün merak etmiştim,bir daha ne zaman yeni bir mektup geleceğini... Ve o akşam gözlerime inanamadım; kutumda mektup vardı. Yazı aynıydı, zarfta yine isim yoktu. Üstelik bunda postanenin damgası da yoktu...Açtım zarfı;içindeki kısacık mektupta şunlar yazıyordu;"Sana gelmiş bir mektubu kırk sekiz gün okumamakla ne kazandığını bilmiyorum... Ama artık benim sana yazmaya vaktim olmayacak.Çünkü tayinim çıktı ve bugün başka bir şehre gidiyorum. Hoşçakal!Çirkin Postacı..."Donmuş kalmıştım şimdi... Derin bir pişmanlık düğümlendi boğazıma,hıçkırarak eve girdim. Çantamı açtım; tarakların,rujların ve diğer karışıklığın arasında bulduğum mavi göz kalemiyle, bir kağıda;"Lütfen bana tekrar yaz" yazıp posta kutuma koydum.Bir daha hiç kilitlemediğim kutuda,aynı notum iki yıldır yapayalnız bekliyor...

ANLAYABİLMEK

ANLAYABİLMEK
"Satılık Köpek Yavruları" ilanının hemen altında küçük bir çocuğun başı gözüktü veçocuk dükkan sahibine sordu :-"Köpek yavrularını kaça satıyorsunuz?"Dükkan sahibi :-"30 dolarla 50 dolar arasında değişiyor fiyatları" dedi-"Benim 2 dolar 37 sentim var" dedi çocuk-"Bir bakabilir miyim yavrulara"Dükkan sahibi gülümsedikten sonra bir ıslık çaldı ve köpek kulübesinden beş tane yumak halinde yavru çıktı.Yavrulardan biri arkadan geliyordu. Küçük çocuk yürümekte zorluk çeken sakat yavruyu işaret edip sordu:-"Bunun nesi var?"Dükkan sahibi onun kalça çıkığı olduğunu vehep sakat kalacağını açıkladı.Küçük çocuk heyecanlanmıştı.-"Ben bu yavruyu satın almak istiyorum.”Dükkan sahibi:-"Hayır o yavruyu satın alman gerekmiyor.Eğer gerçekten istiyorsan o yavruyu sana bedava veririm"Küçük çocuk birden sinirlendi. Dükkan sahibinin gözlerinin içine dik dik bakarak:-"Onu bana vermenizi istemiyorum.O da diğer yavrular kadar değerli veben fiyatını tam olarak ödeyeceğim.Aslında şimdi size 2 dolar 37 cent vereceğim vegeri kalanını ayda 50 cent ödeyerek tamamlayacağım."Dükkan sahibi çocuğu ikna etmeye çalıştı:-"Bu köpeği gerçekten satın almak istediğini sanmıyorum .Bu yavru hiçbir zaman diğer yavrular gibi koşup,zıplayamayacak ve seninle oynayamayacak."Bunun üzerine küçük çocuk eğildi,pantolonunu sıvadı vebüyük bir metal parçasıyla desteklediği sakat bacağını dükkan sahibine gösterip,tatlı bir sesle:-“Ben de çok iyi koşamıyorumve bu yavrunun kendisini çok iyi anlayacak bir sahibe gereksinimi var" dedi.
Dan Clark